SİZ BEDENLER, BİZ RUHLAR…



Bir sabah uyanıyorum ve ruhumun karşımda bacak bacak üstüne atmış halde bana bakıyor olduğunu görüyorum. Belki hala uyanmadım, diye düşünüyorum. Ya da öyle bir uyandım ki bir daha asla uyuyamayacağım! İnsan kendiyle karşı karşıya kalınca ne yaparsa ben de onu yapıyorum. Yatağımdan kalkıp ona dokunmak üzere elimi uzatıyorum. Fakat o bana uzanmıyor. Yüzünde ona ulaşamayacağımdan emin bir ifade var. Yıllarca benim bedenimde yaşamamış gibi düşman gözlerle beni süzüyor. Şeffaflığından utanmadan içime bakıyor ve beni sessizce eleştirmeye başlıyor.
“Siz bedenler, diyor, gerçeklikten başka şey bilmiyorsunuz. Havayı algılıyorsunuz ama ilk aşkın kokusunu ayırt edemiyorsunuz. İnsanlara dokunuyorsunuz ama küçük bir çocuğun saçlarının masum yumuşaklığını fark edemiyorsunuz. İşte bu yüzden diyor, gözlerimin içine derin derin dalarak, artık bu bedenin bir parçası olmak istemiyorum. Rüyalarında seni götürdüğüm onca yere rağmen sen hala her sabah beni içine hapsedip bu dünyaya uyanıyorsun. Renklerini bile göremediğin gökyüzünün altında betondan evine, gri hayatına, kokusuz çiçeklerine uyanıyorsun. Gerçekliğinle beni delirtiyorsun! 
Kurtulman için neler yaptım bir düşün: Olmayacak adamlara âşık ettim seni. Bir sabah pencereden uzattığın kafana binlerce güzel düşünce doldurdum. İçinden bir şeyler kopuversin diye acıyla ovaladım beynini. Gerçekliğini kaybet diye rüyalarına daldım olmayacak yerlere götürüp olmayacak şeyleri yaptırdım sana. Peki sen…” Bir an duruyor ruhum. Gözlerinde bir acıma, bir küçümseme var. Kendine mi üzülüyor yoksa bana mı bilemiyorum. Yine de duruyor ve aylarca asırlarca susuyor. Kızgın, üzgün, yorgun bir hali var. Ama göğsünün ortasında bir yerde ufacık, incecik bir ışık yanıp sönüyor. Ona dokunsam ışığı yayacağımı, büyüteceğimi hissediyorum. Ama bir türlü uzanıp dokunamıyorum. Tam o anda mağrur, devam ediyor konuşmaya:
“Sen kurtulamayacak kadar hapsolmuşsun. Gözlerin görmüyor, kulakların işitmiyor bile. Senin yerine bir şeyleri duyumsamak nasıl zor bir bilsen. İşte bu yüzden gitmeye karar verdim. Zaten bu hayatın içinde bana ihtiyacın olmayacak. Durmadan üzerime bastığın beni durdurduğun ve inkâr ettiğin için ben gittikten sonra sen tam da olman gerektiği gibi; bedenden bir insan olacaksın. Üstelik ben gittikten sonra seni terk etmiş olmam bile bir şey ifade etmeyecek senin için. Çünkü hissetmeyeceksin ve umursamayacaksın. Çünkü bir ruhun olmayacak. Bense çok uzaklara gideceğim. Renklerin üç boyutlu algılandığı sözcüklerin gözlerinin olduğu, zamanın akışının durdurulabildiği kimsenin hayal bile edemeyeceği çok uzak bir yere… Orada turuncu denizlerde yıkanıp, kitap sayfaları arasına kurduğum minik bir kulübede yaşayacağım. Şiirleri içip melodileri giyeceğim. Ve seni bir daha asla düşünmeyeceğim.”
Yavaşça kalkıyor yerinden. Ayağa kalkarken göğsündeki ışık gözlerimi alıyor. Gözlerimi yumup yanıt bile vermeden gitmesini bekliyorum. Gitse iyi olacak sanıyorum. Acı bitecek, aşk bitecek, umut bitecek. Geriye yaşaması basit olan her şey kalacak. Gitse iyi olacak! Duruyor o an. Dönüp yüzüme bakıyor tekrar uzun uzun. İkimiz de biliyoruz gidemeyeceğini. Yalnızca denemesine izin verdiğimi biliyor. Umudunu yaşatsın diye… Göğsündeki ışık titremeye başlarken benim de kalbime bir sızı saplanıyor. Sakince uzanıyorum yatağa yeniden. Ruhum yanımda yatıyor şimdi. Eli elimde gözlerimizi yumuyoruz. Bir damla yaş yanaklarımdan süzülürken gözlerimi açıyorum. Göğsümde ufacık, incecik bir ışık yanıp sönüyor. Anlaşılan yine yapamadık!   




Yorumlar

Popüler Yayınlar