İğde Ağacı Efsanesi

Adım iğde. Bana benzeyen milyonlarcasının yanında kimselere benzemeyen özel bir ağacım. Nereye baksan benden bir tane görebileceğini düşünürsün çoğu zaman. Her toprakta yetişir meyveler veririm. Bozkırın yoz toprağına da Akdeniz'in allığına da tutunurum bütün gücümle. İşim bu değil mi zaten? Tutunmak, büyümek meyve vermek, yaprak dökmek ve yeniden yeşillenmek...
Evet her yerde olabilirim ama ben yalnızca bir taneyim.
Yaprak dökmek huyum değildir pek. Yapraklarım bütün ağaçlardan soluk ve cılızdır. Ama bir kere baksan, sana dünyada görmek istediğin her şeyi gösterebilirim. İşte bu da benim hünerim.

Bir gece dikenli dallarım ile kendimi rüzgara bırakmış sallanırken dibime bir kız yanaştı. Sırtını gövdeme yaslayıp ağlamaya başladı. Ona baktıkça içim parçalanıyordu ancak rüzgar izin vermediğinden bir türlü dokunamıyor neyin var diye soramıyordum. Derken tek bir yaprağımı dökmeye karar verdim. Yaprak sakince ve bütün zarafetiyle kızın o minicik burnunu yalayıp geçince kızcağız ne olduğunu şaşırarak arkasına baktı. Bir şey göremeyerek ağlamaya koyuldu yeniden. Ardından bir yaprak, bir yaprak daha döktüm. İstiyordum ki ellerini yaşlanmış kabuklu gövdeme koysun. Koysun ki onunla konuşabileyim. Ona neyi olduğunu sorabileyim. Ancak ne kadar yaprak döktüysem de sesimi bu kıza duyuramadım. Sonra fark ettim ki göz yaşları köklerime sızmaya, oradan yapraklarıma ulaşmaya başlamış. Onun acıları bana can olmuş. Onun içi yanarken benim içim serinleyip hayat dolmuş.
Elimde olmadan sevindim. Bu gözyaşlarının tadı öyle tatlıydı ki kana kana içmeye doyamıyordum. Ben içtikçe o ağladı, o ağladıkça ben içtim. Sabaha kadar aralıksız devam etti bu durum. Gün aydınlanmaya başlayıp da rüzgar tamamen kesilince sanırım kızcağızın göz pınarları da tamamen kurumuştu. Artık ne kadar hıçkırsa da gözlerinden bir damla yaş akmıyordu. Ben de iyice doymuş, iyice beslenmiştim onun ana sütü gibi temiz ve berrak gözyaşlarıyla. Öyle ki en dışarıya uzanan dalım da tatlı tatlı kaşınmaya başlamıştı. İnanılır şey değildi. Bu hissi biliyordum. İlkbahar başında benim güzel gelinlerim dallarımı süsleyecekken hissettiğim duyguydu bu. Ancak bu rüzgarlı güz akşamında bir çiçek açmam nasıl mümkün olabilirdi? Yanlış hissettiğimi düşünerek aldırmadım. Kaşıntı iyice artmış olsa da hiç ciddiye almadım.
Göz pınarlarında bir damla yaş kalmayan kız yorgunluktan ve kederden perişan olmuş bir halde tam dibimde uyuyakalmıştı. Fark etmeyeceğinden emin olduğumda usulca üzerine eğilip yüzüne baktım. Kirpikleri hafifçe sallanıyor, dudakları seyiriyordu. Kim bilir ne rüyalar, ne dünyalar içindeydi? Ona sevgiyle bakarken dalım bir kez daha kuvvetle kaşınmaya başladı. Kaşındı, kaşındıı, kaşındı... Sonra aniden hiç umulmadık bir şekilde bir tomurcuk patlayıverdi ucunda. Kar gibi beyaz, narin ve parlak olan bu tomurcuk yeni doğan güneşte adeta bir elmas gibi parlıyordu. Eylül ayının bu mucize çiçeğinden alamıyordum gözlerimi şimdi de. Dibimde uyuyan güzel kızın gözyaşlarının beslediği bu mucizeye kim inanırdı bilmem, ama ben gözlerimle gördüm.
Sabah gelip güneş iyice tepeye çıkmaya başlayınca kız sakince uyandı. Ne olduğunu anlayamayarak bakındı önce. Sonra tam tepesinde parlamakta olan muazzam görünüşlü tomurcuğa dikkat kesildi. Tomurcuk da ona bakıyordu besbelli. Kız kafası ile selam verdi ona, sanki bir tanışını görmüş gibi. Tomurcuk bir parça daha açıldı. Kız gülümsedi. Tomurcuk bütün yapraklarını bıraktı aşağıya.
Kız tomurcuğuma bir kez dokundu ve minnetle elini gövdeme yasladı.
Fırsatını bulmuşken hemen sordum ona, neyi olduğunu, onu böyle gecelerden sabahlara; gözleri kuruyana kadar ağlatan kederinin ne olduğunu. Bir şey demedi, baktı yalnız. Sonra incecik beyaz kollarıyla gövdemi sardı ve uzun uzun sarılarak teşekkür etti bana.
Kız giderken tomurcuğumla ben de büyük bir umut ama aynı zamanda kederle kaplandık. Onun gözyaşlarının doyurduğu tomurcuğum kızın arkasından gitmek için kendini sallamaya, düşürmeye çalışıyordu. Ne kadar benim evladım olsa da böyle bir durumda onu tutmam mümkün değildi. Giderse hayatta kalamayacağını ona anlatmaya çalıştıysam, diller döktüysem de ikna edemedim. Yeni açılmış yapraklarını sallayarak kendini yere bırakmaya uğraşıyordu.
Derken aklıma kimsenin tahmin edemeyeceği bir çözüm geldi. Gövdem hala gözyaşları ile doluydu. Gözyaşlarını tomurcuğa bir parça daha versem belki kendini yere atmaktan vazgeçerdi. Bütün gücümle gövdemdeki suyu ona doğru ittim.
Tomurcuk sevinçle açılmaya başladı önce. Sonra gerildi. Biraz daha gerildi... Birden...
Dalımdan tomurcuğun savrulup gittiğini ve kızın gözyaşlarının toprağa akmaya başladığını gördüm. Tomurcuğun  açtığı yara öyle tamir edilmez haldeydi ki bedenimden suyun çıkışını bir türlü durduramıyordum. Bilmem aylar bilmem yıllarca fışkırdı kızın gözyaşları dalımdan. Tomurcuk da o sele kapılıp benden uzaklara gitti. Ben de susuzluktan ölecek duruma geldim. Ancak ölmeyi beklediğim bir sabaha uyandığımda gördüğüm şeye bir kez daha inanamamıştım. Vücudumdan akan gözyaşları dupduru, durdurulamaz bir nehir olmuş ve köklerimi beslemeye başlamıştı. Fazla suyun beni öldüreceğini kimseye söylemeden yeniden gençleşmenin tadını çıkarmaya koyuldum. Çünkü ben dünyanın en özel iğde ağacıydım.

Yorumlar

Popüler Yayınlar