Kafkaesk Masallar: Turuncu Buzağı

Kimsenin kimseyi tanımadığı, zamanın hesabının tutulamadığı, gökyüzünde toprakların; yeryüzünde bulutların gezindiği eski bir zamanda ahşap bir ahırın içerisinde güçlü mü güçlü bir boğa yaşarmış. Boğa ahırın tek efendisi, biricik kralıymış. O istediğinde yemek yenir, o istediğinde eğlenilir, o istediğinde uyunurmuş. Kapkara gövdesi yüzünden herkes ona Kara Boğa Baba dermiş. Ahırdaki bütün buzağıların babası oymuş zira.
Kara Boğa Baba, bir gün ineklerden birinden çok tuhaf, inanılması güç bir haber almış. Habere göre en son doğan buzağının tüylerinin rengi gün batımı gibi, portakal gibi tupturuncuymuş. Üstelik bu turuncu buzağı daha ayakları yere değer değmez nağmelerle ağlamaya, oradan oraya zıplayıp dans etmeye başlamış. Kara Boğa Baba duyduklarına inanamamış ve derhal ahıra gitmiş. Bir ne görsün; ahırın ortasında bir kalabalık toplanmış bir şeyler izliyor. Kalabalığın ortasında da turuncu, buruşuk, sığır demeye bin şahit isteyecek bir yaratık. Boğa çok sinirlenmiş. Tüm gücüyle bağırıp kalabalığın üzerine yürümüş. Herkes çil yavrusu gibi dağılırken ortada bir tek Turuncu Buzağı kalmış. Siyah, yusyuvarlak; düğmeyi andıran gözleri ile biricik babasına bakakalmış yavrucak. Elbette renginin, dansının, şarkılarının onu sinirlendirebileceğini aklının ucundan bile geçirmiyormuş. Neylesin ki Kara Boğa Baba onu ön ayaklarının teki ile ittiği gibi ahırın diğer köşesine savurmuş. Turuncu Buzağı neye uğradığını anlayamazken çaresizce gözlerini hasta yatan annesine çevirmiş. Ancak annenin onu savunacak bir gıdım enerjisi bile yokmuş. Buzağı içine çekilmiş ve bakışlarını babasından hızla ayırıp köşesinde utanmaya koyulmuş.
Dünyaya geldiği bu ilk günde yaşadıkları Turuncu Buzağı'ya büyük bir ders olmuş. Artık nerede olduğunu, bu ahırda düzenin nasıl işlediğini anlamaya başlıyormuş. Demek ki demiş içinden Kara Boğa Babam yokken bir daha şarkı söylememeliyim. Benim güzel şarkılarımı duyamamak onu sinirlendiriyor. Öyleyse yarın babamı böyle uyandıracağım. O da beni sevecek. Belki beni de diğer kardeşlerim gibi yanında yatıracak.
Bu düşlerle gecenin karanlığına dalan Turuncu Buzağı, ertesi sabah herkesten önce uyanıp Kara Boğa için özel olarak hazırlanmış yatağa koşmuş. Parıldayan turuncu tüylerini bir kez savurduktan sonra başlamış şarkısını söyleyip dans etmeye. O esnada yorgunluktan bitmiş halde yan tarafta yatan annesi de gözlerini açmış. Yavrusunu uyarmak, onu uzaklaştırmak istemiş lakin kolu bir türlü buzağıya ulaşmıyor, sesi; nefesi bağırmaya yetmiyormuş.
Turuncu Buzağı'nın şarkısı ile uyanan Kara Boğa Baba, önce ne olup bittiğini anlayamayarak etrafına bakınmış. Derken karşısında salınmakta olan bu yüz karası evlada dikmiş gözlerini. Ne yapsa boşmuş bu çocuğa. Adam olmayacak, aileye yarardan çok zararı olacak bu bebekten kurtulmak en hayırlısı, diye geçirmiş içinden. Zaten o mide bulandıran turuncu renk de neymiş öyle? Kendisi gibi kapkara tüyleri olan heybetli, oturaklı bir sürü yavrusu içinde çürümüş gibi görünen bedeni ile bu küçük aptalın ne işi olabilirmiş?
Kara Boğa Baba o sabah sessizliğini koruyup sabretmiş. Öğleden sonra otlamaya çıkıldığında buzağının kendini yaralayacağına, belki de dikkatsizlik edip dereye düşeceğinden adı gibi eminmiş. Bu iş için kendini yormak istemiyormuş zaten.
Öğlen güneşi yavaş yavaş bel bükmeye başlayıp da otlağa serinlik inince ahırın kapıları ilk kez Turuncu Buzağı'nın önünde açılmış. Koşarak dışarı çıkmış Turuncu. Havayı koklayıp yemyeşil uzanan kırlara bakmış uzun uzun. İçindeki sevinçten ölecek gibi hissediyormuş kendini. Sürünün peşine takılıp yukarılara, en lezzetli otların yetiştiği tepeye doğru yola çıkmış. Bu esnada da gözü, sürekli biricik, sevgili Kara Boğa Babasındaymış. Onu sevindirecek bir şeyler yapmak, bir aferin almak için yanıp tutuşuyormuş zavallı; babasının düşündüklerinden habersiz.
Dere kenarına gelindiğinde Turuncu Buzağı yine şarkılar söylemeye başlamış. Bir yandan da yan gözle babasını gözlüyormuş. Bir parça gülümseme için neler vermezmiş ki?
Derken, tam da babasının düşündüğü gibi ayağı takılıp -hoop- dereye düşüvermiş. Herkes dehşet içinde ona doğru giderken Turuncu Buzağı neler olduğunu anlayamadan çırpınmaya başlamış. Babası elini uzatacak diye umutla suyun üzerinde debeleniyormuş. Gel gör ki Kara Boğa Baba, buzağı derenin içindeyken dönüp oraya bakmıyormuş bile. Turuncu birden ona bakmayı kesmiş ve sudan kurtulmak için bir çare düşünmeye koyulmuş. Minik kolları ve bacakları iyice güçsüz düşünce artık başka çaresi kalmadığını anlamış ve bütün gücü ile suyun içinde sıçramış. Tam da bir dans figürü gibi. Ona doğuştan verilen bu yetenek şimdi hayatını kurtarmak için tek çaresiymiş demek. Durumu farkına varıp bacaklarına iyice asılan buzağı tanrı vergisi gücüyle tekrar sıçramış ve kıvrak bir hareket ile karaya çıkmış.
Buzağının sudan kurtulduğunu gören Kara Boğa Baba şaşkınlık içinde ona bakarken Turuncu da ıslanan tüylerini kurutmak için birkaç kez silkinmiş. Sonra kafasını kaldırıp babasına bakmış. Ona yardıma uzanmayan kaslı kollarını süzmüş yavaşça. Ardından kendi ince ve güçsüz bacaklarına dikkat kesilmiş.
Demek, demiş Turuncu Buzağı, ben boğuluyorsam; yine ben kendimi kurtaracağım.
Turuncu Buzağı o günden sonra Kara Boğa Babası ile hiç konuşmamış. Ondan korksa da dansını gizli gizli yapmaya devam etmiş. Babası ise o günden sonra bu evlattan kurtuluşu olmadığını kabullenmiş ve gözünü üzerinden hiç ayırmaz olmuş.
Aralarında yıllar yılı tek kelime konuşulmamış. Ta ki Turuncu Buzağı kendi gibi bir arkadaş bulana dek...

Yorumlar

Popüler Yayınlar