Hiç Okunmayacaklar Koleksiyonu I

 Kelimeler dönüyor. Onları göreyim diye uğraşarak dönüyor. Var olan diğer her şeyin aksine. Saat sola akıyorsa onlar sağa... Aşırı yumuşak, aşırı beyaz ve aşırı doyulmayan bir surata bakar gibi dönüyorlar. Açlıkla herkesi sevmek istiyorum o yüzden. İçimde delikler açılana kadar derin nefesler alarak koklamak istiyorum sevdiklerimi. Bunun dönen kelimelerle ilgili olduğuna inanmak istiyorum bütün varlığımla. Gerçek olup olmadığına henüz emin olamadığım varlığımla... 

İçimdeki delikleri seven insanlar arayarak geçiriyorum günlerimi. En çok o delikleri asla göremeyenleri seviyorum ama. Dönen kelimelerden haberi olmayan herkesi... Haberi olanlardan kaçıyorum fellik fellik. Bu ikilemeyi kullanacak kadar çok seviyorum yazmayı. Her şeyden ettiğim bunca şüphenin arasında bir kere bile yer almayan yazmak eylemini kendim için tanrı yapıyorum. Çünkü kabul edelim ki herkesin bir tanrıya ihtiyacı var. Bağıra bağıra ihtiyacım yok dediğim her şey kadar bir tanrıya ihtiyacım var. İşte dönen kelimeler benim tanrım! Birden fazla oldukları halde tek... 

Yıllardır soruyorum kendime anlatma ihtiyacı nereden doğuyor. Benim içimde parçalanan bir sürü sözcüğü ben olmayanlara aktarmanın anlamı ne? Ne değişecek ben olmayan beni bilse? Zaten ben kimim ki beni anlasın diye birilerine anlatayım? Sonra diyorum ki, soru sormasan yaşayamazdın. Cevabın değil sorunun önemli olduğuna karar verdiğin an geldin kendine. 

Bir yandan cesaretin resmi gibi içimden geçenleri dönen kelimeler içine eritip koymak. Ama bir yandan... Yaşamayı beceremedim diye kendime yeni bir dünya aradım da buralara düştüm diye geçiyor içimden. Bazen de hapsediyor gibiyim her şeyi bunların içine. Dokunulmasın, kimi zaman seslendirilmesin bile diye ne çok şey yazmışımdır, kim bilir? Ben bilirim. Yine de kimseye söylemem. Kafamdan parmak uçlarımdan boşluğa doğru giden tüm kelimeler için hep bir suçluluk hissederim. Sanki her biri boşa gider gibi. Sanki her biri benim etimden kopuyor da beni eksiltiyor gibi. Ama çıkmasalar, havaya karışmasalar da beni zehirleyecekler gibi. Bu nedenle hastalık gibi aşağılıyorum onları. Olmaz olası bir virüs gibi üzerlerine kolonya döküp kurtuluyorum onlardan. Ama dönüp baktığımda, yine orada olduklarını görüyorum. Dönerek... 

Görece güzel bir şarkıyı dinler gibiyim şimdi. Ha geçtim ha geçeceğim derken bir şekilde sonuna kadar dinlediğim pek çok şarkı gibi... Ama onların hepsinden çok daha iyi olduğunu bildiğim bir şarkı bu. Patlıcanlı ve domatesli pilav gibi. Sonradan, daha önce yemediğime pişman olduğum, şimdi de o kadar güzelinin yapılamayacağına inandığım için yemeyi tercih etmediğim o yemek... Hatırladığım kocaman bir garaj kapısı ve ışıldayan balkon önü çiçekleri gibi. İsminin ilk hecesiyle son hecesinin yer değiştirilmesi ile başka bir insanmış gibi hayatta var olmaya devam eden bir kadın gibi... O günler dönen kelimeleri keşfettiğim günlerdi... O pilavın kokusu bugün hala yazdığım her şeye sinmiş durumda. Ancak fark ediyorum. 

Ayrı bir hassasiyet değil bu. İçimde hep olduğu haliyle duran, söyleyeceksin de ne olacak, diyen; yine de söylemeden duramadığım bir hassasiyet. Bir gün  de biri bana bir kelime söylesin diye içimde ürettiğim milyonlarca cümlenin sadece yüzeyde görünen, soğuk, sert tabakası... 





Yorumlar

Popüler Yayınlar