Başkalarının başkalarını sevmemelerinden doğan nefretle tanışalı 28 yıl oluyor. Tam gaz, gümbür gümbür geliyor yeni yaşım. Zincirleme olarak birbirini sevemeyen insanların arasında artık onlardan biri olduğumu kabullenerek öylece duruyorum. 28 koca yıldır anlamak için direniyorum. Daha fenası; 28 koca yıldır anlatmak için direniyorum. Bunun bir seyahat olmasını dilerdim. Ilık havada yapılan uzun, yorucu ama keyifli bir seyahat... Ama olamadı. İnsanlar birbirlerini 28 yıldır bir türlü sevemedi. Dünyanın tüm sevilmeyişlerinden sorumluymuşum gibi hissettiğim 28 yıl... Pes ettiğim yaşım bu. İnsanlar birbirini sevsin; o birilerinden biri de ben olayım diye direnmeyi 28 yıl eksi 2. günde bırakıyorum. Hepimize hayırlı olsun!
Dünyayı "müthiş" buluyordum. Dehşet verici bir güzellik... Pençesini çıkarmış bir kedinin etine sapladığı patisinin yarattığı keyifli ama bir o kadar da acı verici bir deneyim gibi... Ne pençeyi çıkarmak istersin oradan ne de içini çeken o hisse dayanacak kadar bekleyebilirsin. Dünya öyle bir şeydi benim gözümde. 28 eksi 2'de pençeyi sertçe çıkarıyorum kolumdan. Dünya artık öyle bir şey değil benim gözümde!
Ne çok yazıp ne çok anlatamadım. Kabul edelim ki yapamadım! Neyse.
25 yaş Ezgisi de fark etmeden bugün kabullendiklerimi düşünüyormuş meğer. Referans vermeden yazıma ekleyeceğim. Hiç etik değil.
"Derinliğini kaybedene kadar ölemeyeceksin, sevgilim.
İstesen de gitmiyor. Gitmesini de istemiyorsun.
Hala sen diye hitap edebiliyorsam, bu da benim derinliğimi kaybetmiş oluşumdandır. Belki! Belki de en derini sen olan denizin dibinde bir yerde nefes almak için çırpınırken bütün nezaket kurallarını görmezden gelebildiğimiz içindir. Bak şimdi de "biz" olduk. Belki birazdan "siz" olacaksın. Belki ben birazdan "o" olacağım. Nereden bilecekler "onlar" değil mi? Bir şeyler olabildiniz, buna da şükür deseler; yeter.
Derinliğimi kaybedemiyorum, sevgilim.
Ne kadar denesem de olmuyor. Öyle duygu yüklü cümleler yazamıyorum da ama! Duygu yüksüz ağır bir şeyler çıkıyor dudaklarımın arasından, derdim ama dudaklarım bir parça bile hareket etmiyor emin olabilirsin. Nereden geliyorlar bilemiyorum. Kentin ortasında, evin ortasında, soğuk şarkıların güzel kadınıyla çay demlemişiz. O söylemiş ben dinlemişim. Üzerimde bir ağırlık var; ama nasıl güzel! Bakıyorum kabanımla oturuyorum. Tamam işte!
İnsanın parmak uçları dudaklarından çok daha hızlı bir şekilde çalışıyor. Bak, nerelerden nerelere atladık birkaç saniyede.
Nerede derinliğim? Nerede öldürmeyecek olan lanetim? Yok yok, derinlik filan değil bu. Basbayağı akıl hastalığı. Bir çeşit sapma.
Kendini suçlama sevgilim, seninle biz aynı dudakları kullanarak konuşuyoruz ama bu aynı hastalığı taşıdığımız anlamına gelmiyor. Çay demledim içersin. Zuhal söyler. İster dinler ister başka yerlere gidersin. Ne bileyim, işte! Sen de parmak uçlarından ibaret değilsin ki. Yap bir şeyler de şu derinlik meselesini kapatalım artık. Düşünmekten uyuyamıyorum geceleri.
Geceler, demişken... Her şehrin gecesi farklıymış. Sen de gördün, değil mi? Nasıl oluyor bilmem ama bu şehirde gökyüzü biraz daha farklı. Bu farkı sana parmak uçlarım anlatamaz. Ama hissettiğini biliyorum. Ne güzel şey!
Şşşşşt...
Kime diyorum, duyuyor musun?
Duyduğunu da biliyorum.
Çünkü bunları zaten ben yazıyorum.
Son bir şey daha:
Ankara'dan güneye doğru bir kuş uçmuş. Hepimiz dikkatli olmalıyız. "
Oldu o zaman.
Yorumlar
Yorum Gönder