Karanlık Efsanesi I
Bir varmış bir yokmuş. Belki varmış, belki yokmuş. Olsa ne olurmuş, olmasa ne olurmuş?
Uzak bir zamanda; hatta belki daha zamanın yolu bile dünyaya düşmemişken; gidilebilecek en uzak ülkede bir mağaranın dibinde akan suların arasında, damla sesleri içinde siyah mı siyah, sonsuz mu sonsuz bir Karanlık yaşarmış. Karanlık, ne zaman doğduğunu bilmez sanki hep oradaymış, hiç başlamamış gibi mağaranın tüm oyuklarına dolar, gün bilmeden gece bilmeden bin yıllarını sürükler dururmuş. Bin yıllar dedik ya, o yıllarda; bir de birmiş, bin de birmiş.
Karanlık, ne saymayı bilirmiş, ne konuşmayı bilirmiş ne de gözleri bir şey görürmüş. Tek bildiği uzayıp giden siyahlığının içinde duyduğu, ara sıra "şıp, şıp, şıp" eden suyun sesi imiş. Bir de arada bir aynı suyun göğsüne getirdiği ılık ve yumuşak bir şey hissedermiş. Ama bu hissin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamamış.
Karanlık, günlerini durarak geçirir mağaranın en kuytularına gidip oralarda oyalanır, ufacık bir şıp sesi duymak umudu ile günlerce çıt çıkarmadan beklermiş. Bazen kendini görmek ister ama siyahlığının sonunu bulamadığından bunu bir türlü beceremezmiş. O zaman biraz canı sıkılır, hele bir de suyun sesinin de gelmediği bir günde ise, dertlenir kendini salar; iyice kararır ve yalnızca kendisinin duyabileceği tiz bir ses çıkararak bu derdi mağaranın duvarlarına anlatırmış.
Yemeyi; içmeyi bilmeyen, eli kolu olmadığından dokunmak hakkında ufacık bir fikre bile sahip olmayan bu zavallıcık; sadece çıkardığı bu sesle kendini dünyada "var" gibi hissedermiş. Kimine göre bir şarkı, kimine göre bir şiir, kimine göre bir ıslık olan bu ses, onun için her şey demek olduğundan bir başladı mı susmak bilmez, bazı zamanlar su kendisine bir damla sesi verene dek devam edermiş. Eğer su ona bir kez "şıp" diyecek olursa hemen kulak kesilir, ikinci bir "şıp" sesi için içinden kendi tanrısına yalvarır öylece beklermiş. Ses gelmeyecek olursa yeniden ümitsizliğe kapılır ve çıkardığı tiz sesle mağaranın küf tutmuş duvarlarını kazımaya devam edermiş.
Günlerden bir gün, Karanlık belki on bin yıldır bir "şıp" sesi bile duymamış ve kendi sesi de artık kendine yetmez hale gelmişken mağaranın en dibinde, bir duvardan; kulakları olanı sağır edecek bir çatırtı duyuluvermiş. Bu çatırtı daha önce Karanlık'ın duyduğu seslerin hiçbirine benzemiyormuş. Suyun sesinin içini gıcıklayan huzuru bir yana dursun bu yeni ses ona yepyeni bir duyguyu; yani endişeyi getirmiş.
Daha önce suyun ılık hissinin dokunduğu göğsüne soğuk bir kaya parçası oturan biçare Karanlık; mağaranın dibinde çatırdayan duvarın hemen karşısındaki ufacık bir oyuğun içine gizlenip olan biteni izlemeye başlamış.
Çatlamakta olan mağara duvarı ilkin çıkardığı sesten farklı olarak, şimdi su ile konuşur gibi değişik bir gürültü daha yayıyormuş mağaranın içine. Suyun suya dokunduğunda çıkardığı o kusursuz "şıp" sesine benzeyen ama ona kıyasla bir parça daha korkutucu olan bu yeni sesi tarif edememiş kendine karanlık. Duvardan düşen parçaların suyun içine girdiği sırada çıkardığı seslermiş bunlar.
Karanlık oyuğun içinde saklandığı yere iyice sinmiş ve yalnızlıktan çıkardığı o sesleri çıkarmamak için nefesini tutmuş. *Evet, karanlık nefes alıyormuş. Yemese, içmese, dokunmasa da nefes almayı bilirmiş.*
Duvar ortasından yarılmaya başlarken karanlık da tuttuğu nefesi ile doldurduğu göğsünü iyice şişirmiş. Yarığın içinden minik, parlak, yakıcı ışık zerrecikleri tek sıra halinde mağaranın içine akmaya başlamış. Gördüğü şeye inanamayan Karanlık, ani bir telaşla daha önce göğsüne doldurduğu nefesini salıverince bütün mağaranın içinde adeta bir fırtına gibi rüzgar estirmiş ve nizami bir biçimde tek sıra olmuş ışık zerrelerini dağıtıvermiş. Ama ışık zerreleri karanlığın bu tavrına hiç alınmadan yeniden bir araya gelmiş ve tek sıraya geçip yarığın içinden mağaraya doğru yol almaya devam etmiş. Bu sırada Karanlık saklandığı yerde saklanmasının bir anlamı olmadığını ışık zerrelerini görünce ilk kez anlamış. Zaten mağaranın her yeri onunla doluyken nasıl bir oyukta gizlenebilirmiş ki?
Işıklar sıra sıra içeri girdikçe Karanlık'ın göğsüne, suyun ılık hissinin hemen yanına yapışıp kalıyormuş. Karanlık korkup kaçsın mı yoksa bu davetsiz misafirlere yol mu göstersin bilemiyormuş.
Mağara duvarının orta yerinde koca bir delik açılmışken ve içeri milyonlarca ışık zerresi dolmuşken artık karanlığın karşı koymak için yapabileceği hiçbir şey kalmamış. Saklandığını sandığı oyuğun içinden çıkmış ve deliğin ta önüne kadar gelip geniş göğsüyle ışık zerrelerini kucaklamış. Canı yanacak diye korktuysa da artık başka çaresi yokmuş.
Derken bir mucize olmuş ve Karanlık mağaranın diğer ucunda içeri dolan ışık zerrelerinin aydınlattığı bir damlanın tavandan, suya doğru süzülüşüne tanıklık etmiş. Işıkla dolmuş göğsü çıkan "şıp" sesi ile ürperirken bu manzara karşısında titremeye başlamış ve hemen gözünü yeri kaplayan su birikintisine dikerek görebildiği ilk su damlasını bulmak için bakınmaya başlamış. *Evet, karanlık meğerse görebiliyormuş.*
***
Sıra dışı bir yazı.
YanıtlaSil