Karanlık Efsanesi II


                                                                           ***

Karanlık, su birikintisinde ne kadar arandıysa da o ilk su damlasını bulmayı becerememiş. Bir yandan görebiliyor oluşunun heyecanı, bir yandan bin yıllarca kafasında çınlayan "şıp" sesinin kaynağını bulup da kaybedivermiş olmanın hüznü içinde bir süre olduğu yerde kalakalmış. Bu sırada ışık zerreleri milyonları geçmiş, trilyonlara varmış ve mağaranın içini çiğ bir aydınlıkla doldurup taşırmaya başlamış.
Karanlık onlara doğru baktıkça gözlerinin yandığını hissediyormuş. İlk başta hissettiği endişenin yerini şimdi usul bir kıskançlık almaya başlıyormuş. Bir yandan da bu ne idüğü belirsiz ışıkların kendi mağarasına böyle sorgusuz sualsiz, izin gelip yerleşmeye cürret edişlerine içerliyormuş. "Koskoca Karanlık'ım ben!" diyormuş içinden, "nasıl olur da yarım yamalak bir delikten çıkıp da böyle doluşabilirler evime!"
Ama elden ne gelir? Karanlık günlerce, haftalar, aylar belki yıllarca mağaranın dibindeki delikten ışık zerrelerinin neşeli şarkılar söyleyerek içeri doluştuğunu izlemiş durmuş. Onlar çoğaldıkça kendi azalıyor gibi hissediyormuş ama dedik ya, elden ne gelir? Beklemekten başka çaresi yokmuş.
Bütün bu zamansız zaman içinde Karanlık gözleri açılır açılmaz bir çırpıda görüverdiği su damlasını da aklından bir türlü çıkaramıyormuş. Mağaranın içi aydınlandıkça mağaranın dibini dolduran suyun yüzeyinde oynaşan ışık ışık toplar ortaya çıkmaya başlamış. Kimi zaman iç içe geçmiş halkalar şeklinde parlayan bu toplar zaman zaman da eğri büğrü çizgiler şeklinde görünüyormuş. Karanlık bir duvardaki deliğe, bir suyun yüzeyine bakar göğsüne derin bir nefes çeker, sonra da ışıkları kovmak umuduyla güçlü bir şekilde geri bırakırmış. Dalgalanan ışık zerrelere kahkahaya benzer sesler çıkarır biraz savrulur, suyun yüzeyinde oynaşmaya devam ederlermiş. Karanlık da bir kez daha anlarmış ki artık bu davetsiz misafirlerden kurtuluş yok.
Gel zaman, git zaman mağaranın içi aydınlıkla dolup taşmaya devam ettikçe Karanlık da göğsünde incecik bir sızı duyumsamaya başlar olmuş. Daha önce sudan gelen o ılık hissin tam tersi olan bu sızı, çoğu zaman Karanlık'ın canını yakıyor, hatta bazen nefesini tıkıyormuş. Böyle zamanlarda artık etrafını saran ışık zerrelerine alışmış olan zavallıcık mağaranın içinde hiçbir aydınlığa dokunmamaya uğraşarak gezintiye çıkar, ışıklar anlar korkusuyla yıllardır içine attığı sesini bir parça olsun dışarı çıkarabilmek için mağaranın dibindeki delikten uzaklara gidermiş.
Yine sızılı ve sesli bir yolculuğun ardından mağaranın dibindeki deliğin yanına geldiğinde suyun üzerinde bir garip ışık olduğunu fark etmiş. Ne olduğunu daha iyi anlamak için yaklaşmış. Bir de ne görsün? Suyun içinde iki ışık zerresi birbirine sarılmış, öylece sürüklenip gidiyor. Derken arkadan bir çift daha ve bir çift daha... Karanlık ne olduğunu anlamadan bakmaya devam ederken bir ışık zerresi gelip her şeyden habersiz biçarenin tam göz bebeğine oturmuş.
Karanlık bir an korksa da canının yanmadığını ya da azalmadığını görünce rahatlamış. Bu sanki bin yıldır orada olan bir ışık zerresi ile kurduğu ilk yakın temasmış. Işık zerresi karanlığın meraklı göz bebeğinden içeri doğru bakıp konuşmaya başlamış:
"Efendimiz, sonsuzumuz, biriciğimiz, her şeyimiz... "
Karanlık şaşırmış, "efendimiz mi?" *evet, karanlık meğer konuşabiliyormuş da...*
"Öyle ya!" demiş zerrecik, "Sen bizim yoğumuzsun, biz senin varınız. Sen olmasan biz, biz olmasak sen olmazdın. Öyle ya, sen bize; biz sana efendiyiz en az bin yıldır!"
Karanlık bir kez daha şaşırmış, "siz de benim efendim misiniz, yani?"
"Öyle ya!"demiş zerrecik, "biz olmasak sen olmanın ne anlamı olacaktı? Öyle ya, senin bize efendi olduğun gibi biz de sana efendiyiz!"
Karanlık bu defa anlar gibi olmuş. Yine bunca yıldır bir başına olduğu şu koskoca mağarada şimdi neden kendine bir efendi geldiğine bir anlam veremiyormuş. Daha da garibi; madem ışıkla kendisi neredeyse birmiş de Karanlık bin bin yılları ne diye yapayalnız geçirmiş? Işık zerreleri bu kadar çokken karanlık neden bir kendi başıyla, bir iki "şıp" sesiyle yaşamaktaymış?
Karanlık o an -ve hayatında ilk defa- kendini yalnız hissetmiş. Daha da garibi hissetmek değil, hissettiğini fark etmekmiş. Işık zerresine soracak bir sürü soru geliyormuş aklına ya hem görmek, hem konuşmak, hem his üstüne his duymak karanlığın göğsündeki sızıyı keskinleştirdikçe keskinleştiriyormuş. Yine nefesi tıkanır gibi olmuş. Sonra birden bu kendinden olma, kendinden bozma işi zerresine tek bir soru sormaya karar vermiş. Tam konuşacakken mağaranın teeee öteki ucundan usul bir ses duyulmuş: "şıp".
Bu oymuş. O gözlerini açtığında gördüğü ilk damlaymış. Karanlığın göğsü heyecanla kabarmış ve göz bebeğindeki zerreyi baştan aşağıya titretmiş.  Zerrecik tam karanlığın göz bebeğinden düşecekken son anda tutunmuş ve yeniden konuşmuş:
"Efendimiz, sonsuzumuz, biriciğimiz, her şeyimiz... Nedir göğsünü böyle ikiye bölen?"
Karanlık, mağaranın dibine bakmış. yeniden duyduğu bu sesle ürperen varlığını bir kez daha yoklamış ve zerreye:
"Efendim, sonsuzum, her şeyim..." demiş, "ben bir su damlasına aşık oldum! Yıllar yılı bir sesini bekler dururum. O da bazı gelir, bazı gelmez. Bir kere gördüm yüzünü, o gün bugündür ben ne varım, ne yoğum. Bana onu gösterebilir misin?"
Minicik zerre olduğu yerde gerinmiş, büyümüş, büyümüş, büyümüş.
"Efendimiz, sonsuzumuz, biriciğimiz, her şeyimiz..." demiş, "senin derdini en iyi biz biliriz. Sen bizi ne diye geldik sandın? Biz, sen o damlacığın yüzünü görmek için yalvardın diye, duvarları kazıyıp sesinle bizi çağırdın diye geldik. Biz senin imdadına geldik. Şimdi el ele verdik senin damlacığını arıyoruz. Ama ne ses var ondan ne seda!"
Karanlık, birden iyice kararmış. Bütün ışık zerrelerini donduracak kadar soğumuş. Göz bebeğindeki zerrecik ne olduğunu anlayamadan Karanlık'ın gözünden düşüvermiş. Karanlık büyük bir hiddetle mağaranın diğer ucuna doğru atmış kendini. Bir yandan göğsündeki sızı artarak canını yakmaya devam ediyormuş. Hırsla, öfkeyle mağaranın diğer ucuna giderken bir kez daha aynı sesi duymuş: "şıp"


                                                                              ***



Yorumlar

Popüler Yayınlar