Kemerleri bağlayamama sendromu




Halbuki bir film izleyerek mutlu ediyorduk kendimizi, renkli bardaklar, güzel kokan çiçeklerle... Bazı şeyler hiç olmamış gibi yaşamayı öğreniyorduk, herkes kaşları çatık bu yöne bakarken. Kötü olanı, mutsuzluğu, hastalığı hep çekmecemize koyuyorduk. Öksürürken ciğerlerimizle konuştuğumuzu düşünüyorduk. Yürümekten ayaklarımız ağrıdığında olduğumuz yere saplı kalmadığımız için özgür hissediyorduk. Deli gibi korksak da büyümekten yüzümüze düşen anlamlı ifadeyi izliyorduk aynalarda. Gözlerimizi ve dudaklarımızı boyuyor, giyinirken güzel şarkılar dinliyorduk. Her şeye kulaklarımız tıkalı yaşıyorduk. Acıyı, kadere, kibire, ölüme... Bir battaniyenin altında kendimize sakladıklarımıza sarılıyor, kimse görmesin diye dağılan saçlarımızı, kafamızın üzerinde tutuyorduk kollarımızı. İçimizde birden fazla insan taşımanın insan bedenine fazla olduğunu inkar ediyor hatta tek kişi olmanın sıkıcılığından dem vuruyorduk. "Biz" diye bahsediyorduk "ben"den. Yalnız hissedip her gün, kalabalık ruh halimizi paspasın altına süpürüyorduk.
Yine bir film ve geriye kalanlar... Hislerden hisseler... Üç noktalı cümlelerin bu denli artması normal mi? Bugün en çok ölümlü gün gibi. Birbirini sevmeyen milyonlarca insanın içinde bir şeyi sevmek için çabalayanların günü. Sosyal mesajdan ölesi olup, sosyal mesaj "malzemesi" bütün insanların öldüğü bu yerde bir film izleyip kendini nasıl hissettiğini anlatmanın ne zor olduğunu anladığım gün. Ölümden bahsetmekten, kendimden korktuğum kadar  korktuğumu fark ettiğim gün. Bir yandan da sadece bir film izleyip ölmüş gibi hissederken yaşamayı ne kadar sevdiğimi anladığım gün. Kemerlerimizi bağlamamız gerekirken kemerlerimizden boşanıp uzayda bir gezegenden dünyayı izlemeyi istediğim gün. Bugün birbirinden bağımsız cümleleri birleştirip bir tek benim gibilerin anlayacağı bir derdi anlatmak istediğim gün.  
Ah ne çok acı ne çok ölüm! Ne çok renk, ne çok mutluluk. Buradan bakınca kimsenin  neden bir şeyleri anlayıp hissetmeye yanaşmadığını anlıyorum. Kim her şeyi hissedip çatlamaz ta orta yerinden? Şairler erken ölüyor, boşuna mı? Bedeni ölmeyenin ruhu ölüyor. Biz ölmüyoruz. Biz olmuyoruz. Olmayacağız da herhalde. Sosyal bir mesaj değil bu. hatta bu yazı bireyselliğin en safiyane hali. Kendinle konuşma kendinle hesaplaşma seanslarından biri. Bu filmleri izleme diyor içimden biri. Şarkı dinleme, bir şey yapma yemek ye, yıkan, uyu. Öyle yaşa. Kimsenin kimseyi susturamadığı kafalara bu tuhaf geceden selamlar olsun!

Not: Bu yazı yine bir Ferzan Özpetek gecesinin ürünüdür.


Yorumlar

Popüler Yayınlar